13 Haziran 2008 Cuma

EĞER TÜRKÇE İBADET ETSEYDİK...



Evet; eğer Türkçe ibadet etseydik neler olurdu?
Bu hala münakaşalara tartışmalara vesile yaratan bir soru ama bana göre hiç bağrışmadan ele alınıp incelenmesi gerekir.
Ben televizyonda yapılan siyasi tartışmaları kaçırmadan izlemeye çalışırım ve hep bir şey dikkatimi çeker, oturumu yöneten konuğuna bir soru sorar ne bileyim işte soru çok basit net düz bir sorudur, politikacı başlar anlatmaya cevap bittiğin de ben hiçbir şey anlamam, hatta yemin ederim bazen sorulan sorunun menşeini bile hatırlayamam.
Çünkü cevap o kadar arap saçına dönmüştür ki soru ortada kalır.
Bunun tek sebebi var, sorulan soruya cevap vermek politikacının pek işine gelmez ve soruyu soranın kafasını karıştırarak hedefine ulaşır, yada öyle sanır.
Ve benim burada da müşahede ettiğim şey aynı, yani Türkçe ibadette aynen böyle tartışılıyor.
Bu fikri savunan da reddeden de meramını anlatamıyor çünkü sorular tam algılanamadan tartışılıyor.
Ezana Arapça okunsun bu doğru Türkçe okunmasında duygusal zenginlik olmayacaktır demek konuyu çok fazla aydınlatmıyor, işin duygusal boyutunu bırakıp islam çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olmaz mı?
Namaz kılarken Arapça sureleri mealinden söylersek neresi yanlış olur bunlara bakalım, hangisi daha estetik olur değil ki davamız hangisi daha anlaşılır olur o hesap edilsin...
İbadet kelime anlamıyla dua yakarış niyaz demek, dili şivesi lehçesi yok, bildiğim kadarıyla da dua dillere göre kabul görür diye bir ayet de yok.
Kuran bize indi içindekileri okuyup anlamamız öğrenmemiz ve de onun tarif ettiği yolu takip etmemiz için.
Peki biz bilmediğimiz dilde okursak ne kadar değerlendirebiliriz, ya da neyi anlarız?
Lisan insana özel milletlerin seçtiği konuşma dilidir, yani insani bir şey, Allah lisanı olan mıdır, biz neyin tereddüdündeyiz?
Kuran tercüme edilirken bile kuşkular yaşıyoruz, mealin okunması hatim midir değil midir savaşındayız, Arapça hatmetmek çok güzel edebileni de kutluyorum, ama yine de aynı şeyi söylüyorum, mealinden okumadığınız dilinizce çevirmediğinizden anlamazsınız o zaman da öğrenemeyiz...
Kuran peygamberimize tebliğ olduğunda onu ümmetine anlatıyor ve içindeki ayetleri olabildiğince daha çok insana ulaştırmaya çalışıyordu, beraberinde bu işi yapan insanlar Arapçıyı bilmeyenlere izah da zorlanıyor ve islam’ı yaymakta güçlük çekiyorlardı.
Sahabelerden biri bir gün ya Muhammed bir çok insan Arapça bilmiyor anlattıklarımızı anlamıyorlar ve bu çoğalmamızı engelliyor ne yapalım diye soruyor.
Hz. Muhammed herkese kendi dilinde anlatın anlamalarını sağlayın buyuruyor...
Şimdi burada bir çelişki oluşuyor, bir kitap okuyorsunuz kendi dilinize çevrilmiş diyelim ki bu Türkçe olsun, ama anladığınızı Allaha anlatırken aynı dili kullanamıyorsunuz, sebebi nedir bizi anlamayan kim?
Bu sınır kimedir, bu bana çok anlamlı gelmiyor.
Şekilci anlayışa teslim olmak gibi bir şey bu, yakarmak Allaha dua insanın ona sığınması nasıl olursa daha doğru olur kimin inisiyatifindedir?
Arapça yazılan da Türkçe yazılanda sonuç olarak eğer öğretmiyorsa çare mealindedir, mealde ne dendiği belli ne istenildiği açıkça belirgin hepimizin de algıya bileceği şekildedir, biz insanken söylenenden anlarız da bizim dilimizi anlamayan kimdir?
Ama şunu söyleyebiliriz, Arapça sureler daha çabuk ezber olunuyor Türkçe si çok da akılda kalmıyor denirse tamam bu da kişiye özel seçim olur.
Belki ben Türkçe sinden daha çabuk kavrayabilen olabilirim...
Geçtiğimiz yıllarda Kenan evren paşa bir anekdot nakletmişti ve benim çok hoşuma gitmişti, bir yerde kuran okunuyor ve onu dinleyenler de vecd içinde kimi ağlıyor kim galeyana gelmiş Allah diye bağırıyor, okunan ayetin mealini bilen biri yanında ki oturana soruyor arkadaşım niye ağlıyorsun ayet miras paylaşımından anlatıyor yani yasaları söylüyor sen ne için göz yaşı dökmektesin?
İşte böyle, eğer dilimizle dinimiz aynı yerde değilse biraz karmaşa yaşanıyor.
O yüzden biz anlaşılmaktan korkmak durumunda değiliz bizi yaratan her lisanı anlayandır, Müslüman olmak için yada Allaha ibadet edebilmek için ve ya isteklerimizi ona söylemek için Arapça bilme gereği yok...
Bir din neden gelir neden tebliğ edilir, anlaşılıp yaşanması için değil midir anlamadığımızı nasıl yaşarız,
O zaman bu yarım olmaz mı hatta bana göre çok da eksik oluyor.
Çünkü biraz ne yapacağımızı bilmez durumunda kalmak bu, biz acaba böyle dersek yanlış mı olur bunu bu şekilde yapmasak mı derken işin özünü unutuyoruz, asıl olan nedir, kuranda defalarca tekrar edilen bunları size anlayıp öğrenesiniz diye indirdik diyen ısrarla aynı noktayı işaret edene yok biz anlamasak da biliriz gibi değil mi...?
Dünyada ki her insan eğer inançlıysa dua ediyor, hepsi kendi dilince kendi usulünce ve ben bunların içinden sadece Arapça geçerlidir diyen zihniyeti kabul edemem.
Şimdi yine yaşanan bir gerçekten örnek vermek istiyorum, Hz. Ömer İran’ı feth ettikten sonra orada namaz kılınmaya ibadet yapılmaya başlanılıyor, ve Ömer’e mektup yazıyorlar diyorlar ki biz namazımızı kılarken Arapça yapılan dualardan bir anlam çıkartamıyoruz, bize namazda kullanacağımız bir duayı (ve bu da fatiha suresidir) Farsça’ya çevirip gönder, biz onu okuyarak namazımızı kılalım.
Ve ömer fatiha suresini Farsça’ya çevirip gönderiyor, o insanlar bu duayla namazlarını kılıyorlar.
Öyleyse daha o zaman ibadetin Arapça dışında her milletin kendi dilinde yapması olayı kabul edilmişken günümüzde ibadetin Türkçe yapılması kutsallığın ortadan kaldırılması demek nasıl deriz.
Ve bence bu konu tartışılırken sanki sıkıntı ezanın anlaşılamamasıymış gibi sadece ezanı konuşmak çok yersiz, ezan bırakın Müslüman olmayı hiçbir inancı olmayan insanın bile anladığını söyler o namaza davettir, kelimeleri tek tek anlamak tartışılır o başka mesele ama amaca hizmeti doğrudur, Arapça ya da Türkçe olması bizim için ne kadar önemlidir?
Bundan çok daha önemli yani ibadetimizi anlayarak bilerek yapma dilimiz konuşulsun bence bu çok daha acildir...
Eğer birlikte bölünmeler olur diye düşünülüyorsa yani Müslümanlar parçalanır herkes kendi dilinde okursa bütünlük sağlanamaz deniyorsa onu da anlarım, ama bu yine de bizim için problemdir, yani kendi içimizde ki dağılmışlık olabilir, duamızın yada ibadetimizin ulaştığı yer de herhangi bir sıkıntı olmaz.
Şimdi burada en önemli mesele farzlarla sünnetleri yada yapılması güzel olanları ayırt etmek, kendimize uyandan ziyade doğru olanı bulup onu yaşamak, ve bunu yaparken bireysel hesabın çok dışında davranmak zorundayız, çünkü bu konu hem nalına hem mıhına vurulacak bir konu olamaz...
Ne ben bana Türkçesi kolay böylesi doğru diyebilirim ne bir başkası Arapçısı esastır başka dilde olmaz diyebilir, bu ezbere karar verilerek sıradan sözlerle ifade edilemez.
Yol belli ancak kendi dilimizde anlarız okuduğumuz bizi aydınlatacaktır, ve bu anlamda da karar veririz.
Başladığımızdan bu yana verdiğim örnekler de buna yasak konmamış ama hala tartışılan ve hala çözülemeyen sorun halinde devam eden ibadet şeklimiz ne yazık ki net olarak anlatılamıyor.
Şimdi bu konu hakkın da din işleri yüksek kurulunun uzun bir açıklaması var, tarih 4/12/1997 103 sayılı kararı...
Metin çok uzun fakat ben hemen özet olarak naklediyorum.
‘’Bütün ilahi kitaplar onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen peygamberlerin konuştukları dil ile indirilmiştir, peygamberimiz hz. Muhammed arabistanda araplar arasında yetiştiği ve arapça konuştuğu için onun tebliğ ettiği kuran-ı kerimde arapça olarak indirilmiştir.
Ancak yüce rabbimizin bütün insanlığa son kitabı ve ebedi hitabı olan sadece araplar ve Arapçayı bilenler için değil, bütün insanları sapıklıktan korumak onlara hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek yolu göstermek için gelmiştir.
Bunun gerçekleşebilmesi için de kuran-ı kerimin bildirdiği ilahi öğütlerin herkese bütün insanlığa tebliğ edilmesi herkes tarafından anlaşılması öğrenilmesi düşünülmesi kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir’’
Şimdi burada bir ara vermek istiyorum, benim bu metinden anladığım esas olan kuranı anlamaktır, yani burada söylenen budur, bu da ancak bildiğimiz dil ile mümkündür, bu kanıya varma sebebimi zaten din işleri açıklıyor kuran bu sebeple Arapça indi diyor.
Ve devam ediyor...
Şüphesiz bir müslümanın en azından namaz da okuduğu kuranın metnini bilmesi ve namaz da bunları duyarak anlayarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir.
Ancak manasını anlamak onun hidayetinden faydalanmak ve yüce rabbimizin emir yasak ve öğütlerini öğrenmek için, kuran-ı tercüme etmenin ve bu maksatla meal ve tefsirleri okumanın hükmü başka, bu tercümeleri kuran yerine koymanın ve kuran hükmünde tutmanın hükmü başkadır.
Yine bir ara verelim, şimdi bu ikinci bölümle birinci bölüm arasında bir çelişki gerçekleşti, ilk hitap bu kitabın asıl amacının anlaşılması öğrenilmesidir derken ikinci bölümde hükümler koyarak farklılıklar yaratılmıştır, yani burada söylenmek istenen meal Arapça kuran hükmünde değildir.
Devam ediyor...
Namaz da ve ibadet olarak kuran aslı lafızları ile okunur, ama öğüt buyruk ve yasakları öğrenmek amaçlı meal okumak da sevaptır ve genel anlamıyla ibadettir...
Evet din işleri yüksek kurulu kararını size özetle nakletmeye çalıştım, ve ben bu ifadelerden tek bir şey anladım, Türkçesini anlamak için oku bu öğreticidir, ama asıl olan Arapçısıdır...
Yani son bu şekilde bağlanmış, başıyla çok ilintili değil, başında söylenen kuranın Arapça olması gerekçesi peygamberimizin Arabistan da olması sebep gösterilirken ki bu mantıklı, sonun da ifade edilen Arapça kuranın kutsallığıdır oluyor...
Şimdi mantığın yolu bir, eğer yanlışsam düzeltin, her iki fikri de aynı kurum açıklıyor ve ben ne yazık ki bunu çözemiyorum, dava nedir bir kul Allaha ellerini açıp ya da açmayıp namazda yatakta yolda her şekilde yapacağı duada dil mi belirleyecek, bu dilden olmaz hükmü yok mudur diyecek, peki bu hükmü kim verdi?
Benim nece söylediğim mi nasıl söylediğim mi önemli, sınırlamak tahditler koymak bu dini hem sevmemiz de hem geliştirmemiz de hem de ibadet edebilme özgürlüğümüzde yaralar açar, yolu yokuşa sürmek sonuç olarak bizi durdurmak olur.
Kuran-ı kerimde kurandan kolayınıza geleni okuyun buyrulduğu gibi Hz. Muhammed bütün namazlar da kuran-ı kerim okumuş ve namazı kılmayı iyi bilmeyen bir saha biye namazı tarif ederken kurandan namaz kılarken hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku buyurmuştur.
Burada ifade edilen kurandan okumaktır Arapça okumak değildir...
Çok önemli olansa bir şeye işaret ediliyor kolayına geleni deniyor bakın, oysa bu gün biz hala hangi sureden sonra hangisini okumalıyız diye çekişiyoruz, onu da bırakın bir sürü insan da bu konuda ahkam kesiyor öncesi bu okunur sonrasın da bu gelir gibi fetvalar veriyor...
Bizler okuduğumuz dualara sayılar veren bu kadar okursak makbul bir eksik bir fazla olmayacak diyenleriz, ne diye bilirim ki, bu kadar kurallarla kendimizi kıstıran bizler çok doğal olarak hala dinde dili tartışmaya devam edeceğiz.
Her zaman ki gibi sözlerimi şöyle noktalamak istiyorum dini araştıran akademisyenler bu konuda uzmanlaşmış bilir kişiler hepimizin anlayacağı dilde net ve kesin çizgilerle ve de açıklayarak bu konuyu aydınlatırlarsa tartışmalar bitecek ve bizler de anlayacağız…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Lütfen şu yazıyı okuyunuz..Madem hakikat peşindesiniz buyurun..

http://www.istikamet.eu/showthread.php?p=231846#post231846