10 Haziran 2008 Salı

HAYALLERİMİZ VE GERÇEKLER


DUNYANIN GORDUGU HER BUYUK BASARI ONCESINDE BIR HAYALDI, EN BUYUK ÇINAR BIR TOHUMDA, EN BUYUK KUŞ BİR YUMURTADA GİZLİYDİ.
Gelen kışla beraber hepimiz biraz içimize döndük, daha kapandık, sanki biraz sakinledi duygularımız.
Gökyüzü yeryüzüyle bağlantılı ayrı düşünemeyiz, bazen yağan bir yağmur bazen usul atıştıran kar içimizde yeni rüzgarlar estirir, bu hepimizde farklı yaşanan duygulardır ama, etkileniriz...
Puslu havaya hüznü yakıştırırız, parlayan güneşe neşe sevinç simgesi gibi bakarız, değişen mevsimle hep bir takım değişimler yaşarız duygusal anlamda, biraz da sırrına ermeye çalışırız.
Ülkemiz, dünyada geceyle gündüzü ve mevsimleri denge içinde yaşayan nadide topraklardan, bir çok memlekette yaz az, bir çoğunda kışlar çok, kiminde uzun süre yaşanan geceler var.
Yaşadığımız iklime ve şartlarına ayak uydurabilme özelliğimiz olmasına rağmen, her şeyi zamanında yaşamak bence en güzel...
Çünkü insan sıkılan bir varlık, özlemle beklediğimiz yazı geldiği vakit sevinçle karşılarız da sıcaklar arttıkça artık kış gelse deriz, çünkü çabuk bıkarız.
Aslında biraz da sahip olduğumuz her şey için hissettiğimiz duygumuzdur bu, beklenen hep hasretimiz, istenen hep özlemimizdir kavuştuğumuz yada sahip olduğumuz da ise eski cazibesi kalmaz, artık o bizimdir...
Belki sürekli yenilenen duygularımızla bu da bir heyecan, çünkü noktasız yazı gibi hiç bitmeden devam eden, istekler emeller hedefler oluşturmak biraz bu.
Rüyalarımızı süsleyen bir araba hayal etsek ve zaman içinde sahip olsak çok geçmeden daha güzelini düşleriz, bu sahip olma hırsımızdır, kimseye zarar vermediği sürece sakıncası da yok, hatta yaşama sevincimize artısı olur.
Çünkü daha iyiye ulaşmanın yolu çalışmaktır ve bu anlamda bizi ateşler, aktif hale getirir.
Kışın ortasında yazı hayal etmenin güzelliği gibi hayallerimiz biraz uzağımızda duran ama ulaşacağımız yerde olan güzelliklerdir.
Hiç haddini aşan hayal var mıdır?
Gece kondu da oturan bir dostumuz boğazda bir yalı hayal etse bu kime dokunur?
Bazen bir yakınımız çok özlemlediği bir şeyden anlatır bu öyle bir şeydir ki bize uzaktır, ve ani tepki veririz, yok artık daha neler yada o kadar da uzun boylu değil gibi laflar ederiz.
Onun hayalini büyük görürüz, çok garip neden ki?
Hazanda baharı hayal eden de biz değil miyiz?
Realite üzerine hayal kurulmaz, bilmem ne kadar maaş alıyorum elime şu kadar kalıyor, hayalim bu ölçüde olmalı diyen kaç kişi tanıyorsunuz?
O zaman zaten hayal olmaz, sahip olacağı şeyi parasına göre ister, o yaşamın gerçeğidir, yaşadığınız yaz hayaliniz olur mu?
O zaten elinizde olan...
Bu yıl başı milli piyango akıllara durgunluk veren bir ikramiye ile herkesi hayallere boğdu, ve kime sorsanız bana çıkarsa diye başlayan bir hayalini anlattı, sonuçta bunu kazanacak bir kişi yada en fazla dört kişi olacaktı ama milyonlarca insan ya bana çıkarsa hayaliyle günlerce düşler kurdu.
Hiç birinin ki diğerine uymayan kendince güzellikleri olandı bu hayaller, üç beş gün bile olsa başka bir alemdi, kötü mü?
Üç kişiyi bir araya getirsek ve hepimiz bir çiçeğe bakıp bağlantılı hayal kuracağız desek, üçümüzde ayrı hayallerde oluruz, ben şu dalda on çiçek olsaydı derim, öbürü bunu sevdiğime verebilseydim der, bir diğeri ona kendince renkler ilave eder.
Hangimizin ki en mümkünsüzdür, hiç birimizin ki...
Hayatında hiç denize girmemiş biri gözlerini kapayıp kendini denizde düşler ve de yüzer buna kim engel olabilir?
En olmazı bile hayal etsek onu yaşarız.
Gerçekten düşündükçe insanı şaşırtan bir dünya hayal dünyası, en sevdiğiniz birinden ya bir gün ayrılırsak diye düşünseniz ve o anı canlandırsanız gözünüzde yüreğiniz acır, sinirli olduğunuz birine onu çok acıtan şeyler söyleseniz hayalinizde, rahatlarsınız sanki gerçekte söylemiş gibi.
Çok ilginç...
Düşler dünyası dendiği kadar var, sanırım bu biraz hayat çemberini genişletmek isteği, ama hiç gerçeğe aykırı değil, şu anda yaşamadıklarımız yada sahip olmadıklarımız olamayacaklarımız değil ki, belki biraz önce düşünüyor olabiliriz, ama imkansız değiller.
Deniz altında yirmi bin fersah, seksen günde devri alem kitaplarını yazarken de yazarı onların olabileceklerini hayal etti ve yazdı bu gün hepsi var...
Bir çobana çok paran olduğunu hayal et ne yaparsın diye sormuşlar, ben mi demiş ne etmem ki babam...
Şu köy yolunu şehre yakın ederim sonra bir çuval şehir ekmeği ile bir çuvalda kuru soğan alırım, amaaa soğanı kırıp içinden sadece göbeğini yerim gerisini atarım demiş.
Hep farklı hayallerimiz işte...
Üstelik güzel yanı da var, hiç gitmediğiniz bir yerde olabilirsiniz, özlediğinize sarılırsınız, sevdiğiniz bir yemeği yiyebilirsiniz, daha neler neler...
Hayalde olsalar güzel değiller mi...?
Ne demiş şair, elleme fakirin mali hülyasını o orda zengin...
Evet buraya kadar hayallerimizle geldik, ama hayat hayalden ibaret değil bir de gerçekler var.
Aslında hayal ve gerçeklerle iç içe yaşarız, yüzümüze bakan daha çok dokunabildiğimiz günlük yaşamımızdaki koşturmacadır.
Gerçek dediğimiz her şey yaşadığımız anda tutunduğumuz savunduğumuz olaylar ertesi gün de hayal olan değil midir?
O kadar ilginç ki insan yaşamı, bazen zamanı bile var mı diye tartışırız, dün neydi bu gün ne yarın ne olacak...
Bilinmezlik midir gerçek, biz yarın hakkında ne biliriz sadece planlarız yarın böyle yapalım şuraya gidelim vs. gibi planlarımız olur ama hangisinin kontrolü bize aittir?
Hangisi gerçektir, düşündüğümüzün bir saat sonrası bir olay olur o yarın için düşündüğümüz her şey hayaldir gerçeğin hayalle karıştığı an...
Dünya dediğimiz bu devasa mekan ve içinde barınan bizler gerçek masalıyla birbirimizi avutan hattı zatında ne dünyanın ne de insanın gerçek olamayacak kadar hayal olduğunu birilerinin dünyayı terk etmesiyle anlayabiliriz.
Hangi gerçek içinde yok olduk, aslında neler yaşadık ve nasıl her şey birden bitiverdi...
Bir çelişki içinde kendimizi ikna etmeye çalışırız hep, bir yanımız bu ömür gelip geçici derken bir yanımız sanki bu dünyadan ayrılmayacak kadar hırslı azimli bazen para bazen unvan için sürekli çabalar.
Hep zamandan geçeriz, hep bugünden yarını hazırlarız, kaçırdığımız bugüne bedel yarınsa hayalimizdir yani gerçekle hayali hep iç içe sokarız.
Çok çözülür bir denklem değil, her anı belirsizlik aslında, belki de bu anlamda yaşamak heyecanlı, olacakları öncesinden bilememek sürekli sürprizlerin karşısında kalmak dünü tekrar geri alamamak, her şey sonuç olarak gerçek, ancak bittiği andan itibaren yokmuş kadar hayal...
Peki bu durumda biz kendimizi mi kandırıyoruz, asıl olan hayaller mi, yada hiçbir şey asıl değil mi?
Doğuyoruz büyüyoruz yaşadığımız gerçeklere uyarak evleniyoruz, çocuklarımız torunlarımız oluyor yaşlanıyoruz, nihayetinde ömrümüz boyunca yaşadığımız mücadeleler arkamızda kalan anılar, yalnız kalmak çoğu kişinin yaşadığı gerçek sanki bu doğduğumuz gün gibi tek başına olmak.
Adeta başa dönmek, bunca meşakkat bunca emek nereye gitti?
Hayaller hiç değilse düşlediğimiz umutlarımız, hayal oldukları için çok da beklentimiz yok, gerçekler olması mümkün belki sıradan olağan şekiller.
Hepimiz kendi iç dünyamızda bir takım özgürlükleri düşleriz, ne yazık ki bunları yaşayamayız kendi oluşturduğumuz tabular toplum baskıları bizi geri çeker, oysa onları ne kadar yaşamak isteriz.
Bu bizim gerçeğimizdir ama hayal dünyamızda yaşar, bir yanımız da ne yazık ki kıskançtır, bizim yapmaya korktuğumuz, bir türlü hayatımızı kendimizce yaşayamadığımız şeklini bir başkası yaşıyorsa yani o bu anlamda bir şeyleri aşmışsa süratle tenkit ederiz, hiç oluyor mu ne kadar ayıp her şey basitleşip gidiyor gibi eleştirisel yaklaşımlarla içimizde bastırmaya çalıştığımız hayallerimizi gerçeğe taşıyana saldırı...
Milyonlarca insan hayalleri ile gerçekler arasında sıkışmışlığı yaşar, gerçeğin gerçek olmadığını bilerek...
Yaşamak istemediği gerçeği sadece gerçeğe uygun diye yaşayarak geçen zamanı ne yazık ki istediği gibi değil hayal ettiği gibi değil sadece topluma böylesi daha doğru diyerek.
Belki kınanmak korkusu belki aykırı olmak düşüncesi adını siz koyun ama bunları okurken kendinizi bir yoklayın neler yapmak isterdiniz size göre neler çılgın şu anda neleri durduruyorsunuz?
Hayır böyle bir duygu yaşamıyorum diyenlere sadece bir tek şey söyleyebilirim, hala reddediyorsunuz…
Ama niye?
Mutluyu oynamak gerçek bir sanat oldu, sadece iyi bir kariyeri olan işimizi seviyoruz çünkü itibarlı, usule uygun giyinerek dikkat çekmiyoruz çünkü bunun dışında olmak aykırılık, içimizden gelen coşkuyla konuşmuyoruz aşırılık olmasın diye, tanındığımız gibi yaşayarak çevremizden takdir topluyoruz, biz bunun için uğraştık aferin densin diye...
Amerika’da bir prof. evli ve iki çocuk babasıyken birden buraya kadar diyor, bu yaşıma kadar kendimi böyle yaşamaya mecbur hissettim ama ben bu değilim, ben kendimi erkek hissetmiyorum duygularım kadın görüntüm erkek bunu daha fazla taşıyamayacağım.
Ve bir sürü şeyi bitirerek istediğini yaşamak için yeni bir sayfa açıyor, buna hiç kimse sıcak bakmadı ahlaksızlık olarak değerlendirenler, yoldan çıkma olarak bakanlar her şeye sahip olmanın şaşırmışlığı diyenler oldu.
Çok uç bir örnek vererek olayı daha dikkatli tetkik etmek istiyorum, o kendi anlamında bir hayat şeklini geç de olsa seçti, doğrudur yanlıştır tartışması ona ait, ama hayatının tamamını salt kurallara bağlayan aynı şekilde kendini de oraya kilitleyen sonuç itibariyle hayat bu diyerek tükenen bizler gerçekten gerçeği mi yaşıyoruz?
Şimdi ne yapalım her istediğimizi yaşamak mümkün mü bazıları çok para gerektiren bazıları çok uzağımızda olan bazılarını da yaşarsak toplum tarafından dışlanacağımız bu hasretlerimizi içimizde mi tutalım?
Zaten yaptığımız bu, kafasına dünyayı görmeyi koyan bir gezgin cebin de beş kuruşu olmadan çıkıyor bu yola, otostop yapıyor karnını doyurmak için bulaşık yıkıyor içine girdiği uyku tulumu beş yıldızlı otel kadar mutlu ediyor onu, yaşadığı şey düşlediği çünkü, ve çok para da gerektirmiyor.
Diyelim ki mevki sahibi bir kişi katıldığı partide delice çalan müziğe ayak uyduramaz bunu yapmak için can atar ama yapamaz, işte bizi asıl durduran bu, ne derler...
Çevresinde ciddiyetiyle tanınmış bir adam taşkın olamaz bu onu hafif kılar, istemez mi acaba bazen de hafif olmak istemez mi, hafiflik değildir aslında, sadece kendisinin bu anlamda tanınması bir şeyleri yıkar korkusunu yaşar.
Biz bizim olması mümkün şeyleri bile hayal kabul ettik, gerçeğe aykırı bulduk, ayıp saydık.
Neden yürürken içimden birden koşmak geliyorsa koşamam, neden bulunduğum yer önemlidir de ben önemli değilim, neden davul bile dengi dengine deriz de zurna davulun arkadaşı demeyiz, ille bir yerlerde denge kurmaya çalışırız.
Gerçek oldukları için mi?
Kim var etti bunları biz değil mi, kurallarla kendimizi tutukladık, hep kaybetme korkusuyla geçirdik hayatı yada kazanmak tutkusuyla.
Ya yaşamak?
Hiç satranç oynadınız mı? Son derece akla dayalı bir oyundur, hatayı kaldırmaz karşınızdaki şah ve mat dediği zaman bitmiştir.
Ama oyun bittiğin de şah da piyon da aynı yere atılır, çünkü artık bitmiştir her ikisinde değerleri eşit aynı torbanın içinde dururlar, oysa biraz önce o şahtı...
Aklın bütün gerçeği onu piyonun yanından alamadı sonunda en büyük en küçükle yan yana kaldı.
En güzelle en çirkinin en zenginle en fakirin en akıllıyla en delinin ölümle eşitlenmesi gibi…
İşte gerçek, işte hayat, hep son bir, eğlenen ağlayan üzen üzülen alan yada veren olun yaşadıklarımız bizim olacak, yaşamadıklarımız kimin?
Şimdi dünyada bir şeyi takip ediyoruz, insanlar her şeye sahipken depresyonlar geçiriyor psikologlar yardım etmeye çalışıyor, bir yetmezlik bir tükeniş oluştu, bu nedensiz değil, hep bir şeylere ulaşmak hep bunun mücadelesinde kalmak yordu insanı, şuur altına bakmak çocukluğuna dönmek geçmişini irdelemek belki yapamadıklarından doğan sıkıntıyı ortaya çıkarmak savaşı veriliyor.
Keşke buna hiç gerek olmasa keşke geriye dönüp araştırılacak yaşamamışlığımız olmasa, hiç birimiz her istediğimi düşündüğüm gibi yaşadım diye bilir miyiz?
Hangimiz şah yerine piyon oluruz dedik, hiç birimiz.
Büyük olma gerçeği yaşayabilme hayalini yuttu...
Söylediklerim insanın kendini baştan başa yenilemesini gerektiriyor, çünkü gerçek tanımlanamayacak kadar hayal, hayal gerçek olacak kadar gerçek.
Bir şiirimde ben senin söyleyemediklerine cüret ederim çünkü sarhoşum diye yazmıştım, kim bilir belki de hayat hissettiklerimizi yaşamaya cüret edemeyeceğimiz kadar hayal, gerçek daha kolay...
Dilimizin söylediklerine kalbimiz tanıklık etmiyor fakat buna beynimiz inandı biz inandırdık çoğunluğun birleştiği her şeye doğru dedik çünkü bu genel görüştü, sevmedik onaylamadık ama doğru kabul ettik, her birimizin değer yargıları hayatına egemen oldu, asla aksini düşünmedik çünkü değiştirmek istemediğimiz gerçekler içinde mutsuz, mutluyu oynadık...
Felsefede bir düşünce vardır gerçek acıdır biber de acıdır o zaman gerçek biberdir.
Neden şeker değildir, gerçek şekerdir şekerde tatlıdır o zaman gerçek tatlıdır olamaz mıydı?
Hayır olamazdı o zaman hayat tatlı olurdu, hayal olurdu, güzel olurdu, hiç gerçeğe uymazdı...
Hayatın devam ettiği bu akışın içinde nasıl yaşayacağımızı tam olarak tayin edememenin zorluklarıyla doğduk büyüdük yaşlandık, çok zaman hayıflanarak geçti asla kimseyi ortak etmediğimiz çünkü bunları kendimize bile itiraftan korktuğumuz hayallerimizdi öyle de kaldı, güzel mi oldu doğru mu bilemiyorum, bir şey biliyorum hayat bu kadar düz olmayacak kadar renkliydi ama biz neredeyse iki renk yaşadık...
Kim ki bir başka renkte var dedi, saçmalama kendini kaybetme dedik sert olmak gerçeğe uygun olmaya çok yakın olduğu için uçuk olamadık...
Velhasıl geçti işte şimdi alacaklı mıyız borçlu mu biraz orası karışık fark etmiyor alsak da versek de biz çok şeyi bu gerçeklere feda ettik, bence ödeşemeyiz bile...
Sadece bir şey söylemek istiyorum, yaşama kendi ayakları üzerinde durmayı başararak başlayan herkese, yolun başındayken hedefleri doğru belirlemek nerede nasıl kim olarak yaşamak istediğinizi ve sizi mutlu edecek anlamda tespit ederek içinizden geldiği gibi merhaba demek, en güzel hayalin gerçeğe dönüşü olacaktır, o zaman hayal bir gerçeği yaşayacak
Zor biliyorum ama bir ömrün her anını kaçırılan fırsat gibi yaşamaktan daha kolay...

Hiç yorum yok: