10 Haziran 2008 Salı

ENGELLİLER



Bu gün toplumda hala istediği yere gelemeyen, hala anlayış kısırlığında ki insanların ceremesini çeken engelli arkadaşlarımızdan bahsetmek istiyorum, ve bu durumda kimler engelli ona bakalım dilerseniz.
Hepimiz baktığımızı görürüz, ama her birimiz ayrı yorumlar ayrı şekillerde çizeriz gördüklerimize, çünkü farklı kişiliklerimiz farklı düşüncelerimizle değerlendiririz, bu hiçbir zaman yanlış değildir taa ki karşımızdakine zarar verme noktasına gelene kadar...
Çünkü o zaman sadece bizi ilgilendirmez bir başkasını da bize ortak etmiş oluruz ve bu hiç onun istemediği hiç oylamadığı fikrimizi zorunlu kabul ettirme yolunda attığımız bir adımdır, bir şekilde karşımızdakinin haklarına tecavüz olur.
Bizimle aynı koşullarda yarışamayan biri, bir yerde teslim olmak zorundadır, ve maalesef bu gün bizler engelliler için bu yolda hareket ediyor ve yollarını kesiyoruz.
Bu hangi anlamda üstünlük sağlamaktır, biz onlara göre nerelerde güçlüyüz tartışılır ama, eğer güç elimizdeyse yaklaşım sadece acıma yada merhamet sunmaktan öteye gitmeyen zavallı bir davranış şekline dönüşüyor.
Acınacak insan beynindeki örtüyü kaldıramayan, tembel, iş gücünü dumura uğratmış sinameki azmini kaybetmiş zavallıdır, o merhamet edilmeyecek ama acınacak halde olandır.
Merhamet bizim çok erdemli duygumuz onu hepimiz birbirimize göstermeliyiz, çünkü şefkatle gelendir merhamet, içinde sevgi ve hoşgörü vardır.
Sıkıntılar insanın hocası, demiri tavlandıran ateş gibi, çekilen acılar yaşanılan ezici bunalımlar insana savaşmasını öğretir ama hep savaşan hep yenilen olmasın bu arkadaşlarımız.
Çünkü o zaman çok adil olmuyor...
İslamın şartı beş altıncısı insaf demişler...
Hayatı hiç gözleriyle müşahede edememiş görme engelli bir dostumuz, sadece kendisine anlatılan denizi, ağacı, toprağı, kuşu işte her şeyi ona anlatılan tarifle hayal eder, ve ona sorsanız size anlatır, çünkü hissettiklerini beyninde geliştirir, düşünür, bir çok görenden daha anlamlı yaşar...
Her gün denizin karşısında oturan her zaman ağaçların arasında yürüyen kuşları gören birine sorun, eğer yaşamı hissetmiyorsa bir çoğunun farkında bile değildir, deniz gün içinde kaç renk alır, kuşlar hangi zaman gelir hangi zaman giderler, sonbahar yaprakları dalda mıdır yerde midir bilemez, çünkü o göremez...
O zaman burada ki hangi örnek engellidir, o zaman özür insanın neresindedir?
Ben beyninde ve düşüncelerinde derken çok haksız olduğuma inanmıyorum.
Yürümede engelli olan bir arkadaşımızı bakalım, o belki hayatının hiçbir evresinde koşamadı, yürüyemedi, ayaklarıyla katılabileceği hiçbir aktiviteye iştirak edemedi, karşılığında ayaklarını kullanabilen bir arkadaşımız olsun, onun için yürümek hiç özel değil, o koşada bilir çok sıradan çok normal bir hadisedir yaşadığı, eğer görmek maksatlı bakarsak aralarındaki tek fark biri yürüyen biri yürüyemeyendir her ikisi de sağlıklı düşünen beyinse her ikisi de üretir her ikisi de tamdır yarım düşünmedikleri sürece...

Bu o kadar çok örneklerle karşımıza gelir ki, kendinin farkında olmayan zavallı bir vücut karşısındakinin eksiğiyle dertlenir, çünkü o görmeyenden daha görmeyen duymayandan daha duymayandır.
Fiziksel hiçbir eksiği bulunmayan düşünce özürlü kişiler gerçekten engellidir, ve bence gerçekten özürlüdür.
Bizler yargı unsuru değiliz, kimin ne iş yapabileceğini anlamak için onu süzerek bu vereceğim işi yapamaz diyemeyiz, daha denemedik bilmiyoruz, baştan çizgi çizmek tek bir fikri ortaya koyar, görüntüye baktığımızı ve aynı şekilde de sonuçlandırdığımızı...
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir davranış biçimi sergilenmez, bizler bu değerlendirmeyi yaparken biraz daha düşüncelerimizi enginleştirsek biraz daha gerçekçi yaklaşımlarla dokunursak, eminim ki bu gün yaraladıklarımız böylesi örselenmeyecektir.
Her birimizin kendince yapacağı işler var, sesini kullanan birinin gözüne ihtiyacı yok, o sesiyle kazanır, ne bileyim diyelim ki bir santralde telefonlara cevap vermek için yürümeniz gerekmiyor, duyma engelli bir arkadaşımız duymuyor diye elleriyle çalışamaz değil ki, neye göre karar verdik neye göre üstünü çizdik?
Hayatı hangi şekilde yaşadığımız değil hangi şekliyle yaşadığımızdır önemli olan, bizim yaşama katılımımız üretebildiğimiz hangi organımızın faaliyetiyle alakalıdır, hiç duymayan biri keman çalıyor, hiç görmeyen biri resim yapıyor, hiç konuşamayan bir sürü insan yazıyor, çünkü hepsi üretime katılan ve düşünen insan, çünkü onlar engelli değil üstelik hayata yön verebilecek kadar da güçlüler...
Ama üzülerek müşahede ettiğim gerçekleri göz ardı edemedim, bu gün savaş gazilerimizin dahi ne kadar mağdur olduğunu göre göre, her yer gül gülistan diyemiyorum...
Bir sürü dernekler bir sürü kurumlar hizmet vermek amaçlı açılıyor faaliyet gösteriyor, aksayan nedir neden yetemiyorlar, bana göre amaç yardım fikrinde sıkışıp kaldığı için sonuca gidilemiyor.
Dökme suyla değirmen dönmez diye güzel bir ata sözümüz var, ve dönmüyor bakın, yardım sonuçta köklü çözüm üretemiyor, sorun bu arkadaşlarımıza hayatlarını kendi yetenekleriyle idame etmelerini sağlamak ve imkan sunmakla çözülecektir.
Yoksa günlük aylık yada yıllık hiç fark etmez sağlanan ianelerle problem hallolmuyor.
Asla suçlamak amaçlı değil söylediklerim, sadece bir konuyu açığa çıkarmaya çalışıyorum, biz düşündüğümüz kadarız demiştim, ve bu fikrimde ısrar ediyorum.
Eğer kendimizi yerimizden kalkamayacak kadar yorgun halsiz hissedersek kalkamayız, hafif bir grip vakası, iç halimizde eğer öyle hissedersek ağır hastalık yaşıyor şekline dönmez mi?
O zaman bir gerçeği değiştiriyor oluyorum, hastayken hasta mı değilim, yoksa iyi olmak için iyi mi hissetmem gerekiyor?
Ben bunu bir şekilde çözüyorum, hasta hissetmem benim duygularım, beynimin hastalıklı yanı, emir komut zincirine benim teslimiyetim, emreden de benim üstelik.
İyi hissetmemde benim duygularım beynimin sağlıklı yanı iyi ve güzel duygularımı beynimde devşirmem ve yine ben emredenim...
Yani yine tek gerçek var biz hissettiğimiz kadarız, duygularımız zenginse sağlıklıysa enginse, fiziksel eksikliğimiz veya rahatsızlığımız çok fazla anlam taşımıyor, kendince tastamam olan insan, yarım düşünüyor, hastalıklı düşünüyorsa gerçekten engelli gerçekten yarım olan...
Doğuramayan kadın doğuran kadına göre eksiktir, peki doğurup çocuğunu çöpe bırakan tastamam mıdır?
Burada hangi örneğe engelli diyeceğiz, yok edenle var edemeyen arasında duran sakat düşünceyi nasıl değerlendirelim, o halde eksik olan doğuramayan değildir, ama çark öyle ters dönüyor ki bu hasta beyinli insan bir de karşısındakine eksik gözüyle bakıyor, gerçekten kör bir düğüm...
İnsana bakarken hangi konuda eksik olduğunu iyi tespit etmek gerek, kendisini sağlıklı gördüğümüz dış görünüşüyle itibar kazandırdığımız kişi teslim ettiğimiz işi gerçekten tam mı yapıyor, onun yerine bize göre uzuvlarından biri eksik olan arkadaşımız daha mı sorumsuz çalışır, niye...?
Ön yargıyla yaklaştığımız andan itibaren kayıplar yaşıyoruz, işin en kötü tarafı da kendimizle beraber gerçekten hayata iştirak etmek için savaşan bu insanları da itiyoruz, yani çift taraflı kesiyoruz...
Bektaşiye cehenneme gider misin diye sormuşlar istek şart demiş, istekle şevkle bir şeyler yapmak için uğraşan ve gerçekten de yapabilecek kapasitelerde olan bu insanlara çok haksızca ve bana göre çok sakat düşünerek bakıyoruz.
Her kurumda engelli bir arkadaşımızın çalışabilmesi için kontenjan var, bunu zorunlu hale getirmeden insanın kendi seçiminin bu anlamda yönlenmesini diliyorum, sadece kendisinden bir organı fazla diye başka birine teslim etmek zorunda oldukları ortamda mutsuzlar.
Ve hiçbir anlayışa sığmıyor...
Hayatı her alanda onlara sıkıştırıp kıstırıp sunarak sadece yaşamlarını zorlaştırıyoruz, talep edilen iane yada acınma değil, her insan kadar doğru ve tam muamele görme, bunun nesi zor anlayamıyorum.
Bir de bu tavrımız karşımızdakini sürekli istemek durumunda bırakıyor buna hiç kimsenin hakkı olduğunu sanmıyorum, kimsenin bize ihtiyacı yok, eğer çalışmıyorsak yada yolumuz kesilmişse biz de aynı sıkıntıyı yaşıyor olmayacak mıyız?
Eğer bir doğruda birleşmezsek asla bu çarpıklık düzelmeyecek, insanlar belki doğuştan belki daha sonra başka bir sebepten uzvunun eksikliğindedir, bu hepimizin başına gelebilecek bir olay, o kadar da şaşkınlıkla bakacağımız bir durum değil, düşünce sakatlığını ortadan kaldırmak zorundayız, eliyle yapamayan diliyle yapar, diliyle yapamayan gözüyle yapar, bu bizim içinde böyle, her azamızı tüm yeteneklerini sergileyerek mi kullanıyoruz?
Neyi yargılıyoruz...?
Şu anda bir çok kişiye ulaşan yazılarımla okunan ama sizler tarafından görünmeyenim, var sayalım ki sağırım yada yürüyemiyorum, şu anda yaptığım işi engeller mi?
PARMAKLARIM AY'I GOSTERIRKEN, APTALLAR PARMAKLARIMA BAKAR...
Diyen düşünür konuya çok ince dokunmuş...
Hac görevlerini yapan iki Müslüman şadırvanda abdest almak üzere sıra bekliyorlar, o sırada abdest alan zenciye ikisi de gülüyor onu çok siyah buluyorlar kendilerine göre...
Zenci hiç alınmıyor, sadece dönüp neden güldünüz arkadaşım derimin rengine mi diyor?
İyi de neyi beğenmediniz boyanın rengini mi beni boyayanı mı...?
Bizim ne boyayla ne boyayanla zorumuz olmamalı, beyin gücü her renk ve her şekilde değil midir?
Allah kulunu bir tek beyin özürlü olduğu zaman yapacağı ibadette engelli saymış, çünkü düşünemeyen insan engellidir, biz bu konuda ne kadar düşünüyoruz?
Hepimiz Avrupa’dan örnekler almaya çalışıyoruz, davranış taklitlerinden uzaklaşıp anlayışlarından alıntılarla belki çok daha güzelini öğreneceğiz, hele bu konuda ısrarla Avrupa’yı örnek gösteriyorum, çünkü beyinleri engelli düşüncesini aşmış, devlet olarak da millet olarak da onlara hayatlarını kolaylaştıracak imkanlar sağlamışlar ve bırakmışlar, yani bardakla su vermiyorlar çeşmeyi yapmasını öğretmişler.
Yanlışları görebildiğimiz ölçüde düzeltebiliriz, İyi düşünemeyen insan kendine anlamsız sınırlar koymuş her kim olursa olsun, çevresinde ki yaşayana da bir şekilde zarar veriyor, işte bu sınırları kafamızdan kaldırabilirsek, uzuvlarından birini yada bir kaçını kaybetmiş arkadaşımızı engelli olarak görmeyeceğiz, çünkü biz o zaman bir şey yapacağız, onun beynine bakacağız, çünkü biz şekle değil akla itibar edeceğiz.
Bilgimizin ve yeteneklerimizin değerlendirilmesi fiziki özelliklerimizi ikinci planda bırakmalı o zaman işleyen sistem daha doğru daha akılcı olur, emek veren yüzünün güzelliğine güvenmesi gerekmeyen, başaracağı işi her haliyle başarabilen insandır, maksat vitrin süsü olmak değil hayata iştirak etmekse şekil neye hitap eder burada?
Göze mi?
Sahneye çıkmak isteyen biri için belki bu bir sebep olabilir, ama amaç kendini lanse etmenin olmadığı yerde bile durdurulmak, sadece karşımızdaki insanın eksikliğidir, anlamak istemedi göremediği beynimizdir...
Hiç inkar etmeyelim bu bir gerçek, şekle takılırız, bırakın engelli olmayı iki kişi bir şirkete baş vuralım hangimiz fiziki anlamda daha çarpıcıysak işi o alır, üzülerek ifade ediyorum ama bu böyle, belki diğerinin bilgileri deneyimi işe sunacağı verimi çok daha yukarda olacaktır ama baştan yenilir.
Dilim söylerken gönlüm yanıyor ama inşallah bizlerde öğreneceğiz...
Zavallı düşüncelere sıkışmış kalmış insanın merhamete ve acınmaya ihtiyacı vardır, eli ayağı gözü kulağı olmayanın değil...
Çünkü onlar hayata beyinleriyle iştirak edip, yürüyorlar görüyorlar, ve duyuyorlar, çünkü onlar düşünce zengini.
Hiçbir engelli düşüncelerini kapamış sınırlamış, tat almayı hissetmeyi sevmeyi unutmuş insan kadar yarım yada engelli değildir, çünkü ısrar ediyorum, biz hissettiğimiz ölçüde tamız…

Hiç yorum yok: