12 Haziran 2008 Perşembe

ÖTENAZİ



Hayat bazen bir yerlerde tıkanır, insan çaresiz hisseder, artık yaşamak angarya olur, bu kötü düşünceye yenilir ve intihar eder.
Bu eylem kendi bilinciyle verdiği karardır, ama o zaman da sağlıklı düşünen yanıyla hareket etmeyen cinnet noktası dediğimiz yerdedir.
Hem inancımıza hem hayat anlayışımıza uymayan bu yaklaşım hepimizi üzer.
Ama ötanazi çok daha farklı, fikrimce biraz daha anlamlı olan ölüm seçeneğidir.
Çünkü kişiler bu noktaya artık hayatlarını kendi kendilerine idame ettiremeyecek yada dayanılmaz acılar sonunda gelirler.
Tıbben kurtulması mümkün olmayan ve çok ıstıraplı olan hasta böyle bir talepte bulunur, kendi kendine karar veremeyecek ancak dünyayla bağlantısı kalmamış bitkisel hayata geçmiş bir hastanın yakını da bunu isteyebilir.
Bu taleple ölüm kurtuluş anlamındadır, fakat sinir buhranıyla alınan bir karar değil tam aksine çok düşünülüp verilmiştir.
Tabii bu karar çok zor Allah hiç kimseyi o durumda bırakmasın, ama bazen düşünüyorum böyle bir durum benim hayatımda olsa ötanaziye nasıl bakarım diye?
Ülkemizde yasal anlamda kabul görmeyen bu hak, acaba bize ne kadar uygun ola bilir?
Allah’tan umut kesilmez bu inkarsız gerçek, kimin iyileşip kimin öleceğine karar vermek bizim haddimizi aşar.
Ama tıbben doktorların bitti kurtulma ümidi yok dediği bir insanın, üstelik çok acı çekiyorsa böyle bir hakkı olamaz mı?
Ötanazi sadece kişiye özel hak olmalı, tamamını kabul etmiyorum, yani ben karar verecek durumda değilsem benim yerime bir yakınım karar vermesin bunu onaylamıyorum, çünkü burada yaklaşımlar çok farklı olur, belki bakmak istemediği bir hastaya bunu uygulamak kurtuluş adına katledilmek olacaktır.
Yani başkalarına hayatımın teslim edilmesini istemiyorum suiistimale açık olur o zaman.
Eğer ben karar verebilecek durumdaysam ve de istiyorsam neden olmasın?
Yıllar evvel Amerika da kurtulma ümidi olmayan bir hastalıktan dolayı yıllarca yatağa bağlı yaşayan, ama inanılmaz acılar çeken babasını yine babasının kendisinden istemesiyle ona bir iğne yaparak hayatına son veren kızı okumuştuk basında, tabii cezalandırıldı.
Ama ben basından takip ederken, hep aynı ifadelerdeydi bu kız, dayanamadım çok acı çekiyor o kadar çok yalvarıyordu ki başka çarem kalmamıştı diyordu.
En dayanılmaz acı ölümken bile bu yolu tercih eden hasta gerçekten çaresizdir...
Yalnız hala içimde şüphe bitmiş değil, acaba gerçekten bunu hasta mı istedi, yoksa evladın bıktığı noktada kurtuluş saydığı bir eylem miydi...?
O yüzden bu tür müphem durum yaratmamak için bence sadece kişinin kendi kararı ve yalnız doktorların uygulaması olabilmeli diye düşünüyorum.
Diyorum ya zor karar, ama insana bu hak verilmeli, günahı sevabıyla kendine teslim edilmeli.
Bir nebze bile umudun olmadığı vakalar için özel izini olmalı bu hastaların, sadece kendi hayatıma bu şekilde devam etmek istemeyebilirim ve fişini çektiğim ömrüm beni dünya zindanından ahret sarayına geçirecekse bu şansım olabilmeli.
Yaşamla ölüm arasında kalmak neye iyi?
Yasanın en iyi şekilde düzenlenip istismara mahal vermeyecek uygulanabilirliği fikrimce kimseyi bu kadar üzmeyecektir.
Bu hak verilir kişi kullanır yada kullanmaz, o ayrı mesele ama insanın zorla yaşamaya mahkum edilmesi ölüme mahkum edilmesinden farklı durmuyor.
Bu bizim dini anlayışımıza çok yanlış olsa da bırakalım ona kişi karar versin, o da Allah ile kulunun arasındaki hesaptır eğer göze alıyorsa neyi durdurmaya çalışıyoruz?
Yaşamakla ölmek arasında kalmayı taşımak istemeyen öbür tarafa geçmeye çalıştığı halde ulaşamayan, dünyada kalmayı başaramayan insana eğer istiyorsa verilecek üstünlüktür.
Neresi zarar...?
Yıllarca bitkisel hayatta kalmış daha sonra tekrar geri dönmüş hatta hiç aksamadan yaşamaya devam eden insanları zaman zaman duyuyoruz ender vakalardır ama bazen olur bunlar.
Ötanazinin tamamını kabul edersek o hayata geri dönen hastanın hastalığı süresince hayatına son verilmesini isteyebilecek durumda olmadığını görüyoruz.
Ama böyle bir hak yakının elinde olsa ve de uygulasa artık bu hastanın geri dönüş şansı hiç olamayacak üstelik kendi de karar vermedi…
Milyonda bir vaka bile olsa milyonda bir şans bile olsa, hastanın şansıdır ve o noktada başkasının müdahalesi bence çok haklı olmuyor.
Kişileri çelişkiler içinde bırakan bu olay belki de o yüzden hala geçerli olamadı.
Organ bağışının bile tartışıldığı ülkemizde, organlarımızı verirsek günah mı sevap mı olur ikileminde kaldığımız ortamda bu gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir karar.
Geçen yıl bir haber programında trafik kazası geçirmiş başı hariç tüm vücudu felç olmuş genç bir kızı evinde görüntülemişlerdi.
Röportajda genç kız ötanazinin yasallaştırılmasını istiyorum ölüm hakkımın bana verilmesi gerek, çünkü ben kendi hayatıma son verebilecek durumda değilim, yaşamıyorum anlayın, bütün ihtiyaçlarım annem tarafından karşılanıyor, zaten benim olan bir hayatım yok, kendi irademle verdiğim karar, saygı duyulmasını istiyorum, tıp beni iyileştirmekte çaresiz, hiç kimseye sitem falan etmiyorum, sadece iyeleşemiyorsam ölümü mü talep ediyorum, lütfen sesimi duyurun diyor ve ekliyordu ölümden öte köy var mı?
Bu olayı sadece size de naklettim, yorumsuzdur... Varoluşun anlamı nedir?
Düşünebilirlik özelliğini yitirmemiş ama vücudunun diğer tüm fonksiyonlarını kaybetmiş kişi en zoru yaşar, çünkü olanları idrak eder, beraberinde akli dengesini de kaybetmesi yani hiçbir şeyi farkında olmadan yaşaması belki de biraz daha kolay, hiç değilse neler olduğunu bilmez...
Yalnızca nefes alıp vermek midir insanın yaşamda var olmasını anlamlı ve gerekli kılan şey? "Bu kimin hayatı?" filmini izleyenler, bu örneği filmden de hatırlayacaklar, kaza geçiren bir heykeltıraşın öyküsünü anlatan bu film, yaşamını sanat üzerine kuran bir adamın, salt biyolojik bir yaşam sürmek istemeyerek, ötanazi hakkı isteyişini konu ediyordu. O halde yanıt aranması gereken soru şu, kişi özgür iradesiyle ölmeyi isteme hakkına sahip olmalı mı?
Türkiye, ötanazi ile ilgili herhangi bir özel hükmü ceza yasalarına koymamış, ama pratikte ötanazi uygulayan kişinin yaptığı da kasten adam öldürme olarak kabul ediliyor.
Ayrıca, Tıbbi Deontoloji Nizam namesinde de ötanazi uygulaması yasaklanmış, bir de Sağlık Bakanlığı'nın Hasta Hakları Yönetmeliği var.
Bu yönetmeliğe göre de ötanazi yasak, yönetmelikte bu konu şöyle geçiyor: "Tıbbi gereklerden bahisle, veya her ne suretle olursa olsun, hayat hakkından vazgeçilemez. Kendisinin veya bir başkasının talebi dahi olsa, kimsenin hayatına son verilemez," Türkiye genelinde 8386 kişi arasında yapılmış ve yüz yüze görüşme yöntemi uygulanmış.
Araştırmanın sonucu şöyle:
a) Evet insan yaşamak isteyip istemediğine kendisi karar verebilmelidir; yaşamak bir hak ise, sürünerek değil insanca ölmek de bir haktır diyenler (%40,26).
b) Hayır, ölmek istemek bir hak olamaz; belki tıp bilimi yeni bir buluş yapar ve iyileşmez hastalık iyileştirilebilir diyenler de(%49,85).
Fikrim yok diyenlerin sayısı ise (%9,89). Araştırmanın sonucuyla ilgili yorumsa şöyle yapılmış.
"Bu sonuçlar halkımızın ötanaziye sıcak bakmadığını açıkça ortaya koymaktadır, fikrim yok diyen kararsızların oranının yüksekliği ise dikkate değer bir husustur." Avustralya'nın Kuzey Bölgesi'nde çıkarılan bir yasayla önce ötanazi uygulamasına izin verilmiş; ama sonra bu yasa yürürlükten kaldırılmış. İstisna dediğimiz durumlarsa, örneğin Amerika'daki bazı eyaletlerde yaşanıyor.
Bu eyaletlerden biri de Oregon.
Bir gazete haberine göre, Oregon Anayasa Mahkemesi, 16 Ekim 1997'de aldığı bir kararla, alt mahkemenin itirazını reddedip, doktorların hastanın durumunun kötüye gitmesi halinde, kişinin isteği de söz konusuysa ölüm hakkının kullanılabileceğini kabul etmiş. Yine, Amerika'da ilk olarak California eyaleti, 1976 yılında Doğal Ölüm Yasasıyla, hastanın hastalığın belli aşamalarına girmesi halinde ölmek istediğini belgeleyen, önceden vermiş olduğu direktifi göz önüne alarak, edilgen ötanazi uygulamasını kabul etmiş. Bu kabulleniş yıllar içinde de yaygınlık kazanmış. Hatta hasta, kendisiyle ilgili tıbbi kararlar konusunda birini vekil bile bırakabiliyor.
Bu vekil gerektiğinde hastanın yaşamıyla ilgili kararları da alabiliyor.
Bunların hepsi yapılan araştırmalar sonunda varılan gerçekler, dolayısıyla genel bir düşünceyi temsil ediyor, ama hala tam olarak bir noktada birleşme sağlanamamış.
Hep söyleriz üç gün yatak dördüncü gün toprak diye, yani şuurumuz hep aynı istemle yaşar, bu hayatı yatarak, çekerek yaşamak istemeyiz.
O halde çok hasta olup da artık bu alemde kalmak istemeyen kişinin yine kendi şuuruyla vereceği karara karşı durmak çok sert değil mi?
Ölümü ne zaman isteriz?
Dünyadan ne kadar şikayetimiz olursa olsun bir tarafından asılırız hayata, sadece dayanamadığımız acılarda çağırırız ölümü, çünkü her şeye bitiş başka türlü olmayacak diye onu kurtuluş sayarız.
Bazen hayat hepimize aynı şansı tanımıyor, bazen içimizden birileri yaşamın bu sayfasına yazmak zorunda kalıyor, ben bu sayfanın da bize ait olduğunu ve ona da ne yazacaksak biz yazalım diyorum, yani eğer son diyeceksek bizim kararımız olsun…
Sağlığın kaybolduğu noktada eğer geri dönme şansı yoksa ve bizi bundan sonra ki yaşamımız da birilerine bağlı olarak yaşatacaksa üstelik de biz bunu istemiyorsak, bu savaş niye?
İnsan çok da fazla dayanarak yaşayabilen bir varlık değil, hem onuru hem duyguları incinir, kaldı ki eğer biri tarafından da bakılıyorsa bu sorumluluğu alanın da durumu nasıl değerlendirdiğine bakmak lazım.
İstenmeyen itilen olmak, beraberinde yaşam umudu bitmiş biri bunu yaşamak zorunda değil, günümüz de sadece yaşlılığı sebebiyle terk edilen insanlar, belki huzurlu bir ortam da daha uzun yaşayabilecekken onlara vurulan tokat öldürmek değil mi?
Ama bu üzeri örtülü olarak işlenen suç, ötanazi ise direk söylenen ve istenen bir hak, fark burada...
Bizler hayatımızla ilgili alacağımız her türlü kararı kendimiz vermiyor muyuz?
Zararını yada karını yine kendimizce yaşamıyor muyuz, her zaman herkes hayatını yaşar derken salt yaşamak anlamı çıkarmak bence çok saçma evet herkes kendi hayatını yaşar, nereye kadar yaşar nereden sonrası kendince yaşamak istemediği yerdir iradesiyle vereceği yine kendine özel haktır.
Bunu insan hayatını gasp olarak değerlendirmek beraberinde yaşamı tutuklamak oluyor, öldürülmek pek tabii ki suçtur, ama ben ölümü talep ediyorsam, tıpkı ağrımı kesecek bir ilacı almam kadar doğaldır bana uygulanacak yöntem, çünkü bunu kendim istiyorum, hür irademle...
Şikago'da 250'den fazla hekimin katıldığı bir ankette, hekimlere yöneltilen bir soru ve alınan yanıtlar çok ilginç, soru şu.
Hekimler, şu anda tedavisi olanaksız bir hastalığa tutulmuş yetişkinlere ötanazi uyguluyorlar mı? Cevaplara göre uyguluyorlar, çünkü soruya cevapların
% 61'i evet demiş, kısaca bugün Amerika Birleşik Devletlerin de edilgen ötanazi kabul görüyor.
Ama etkin ötanazi yasal değil, Federal yüksek mahkeme, bu ikisi arasında fark olduğu hakkında kararları pek çok kez vermiş.
Örneğin, bu kararlardan biri şöyle, yaşam destekleyici tedaviyi kesen hekim, yalnızca hastanın isteklerini yerine getirmiştir, ama ölümcül hastanın intiharına yardım eden hekim, öncelikle hastanın ölmesini amaçlamıştır.
Lafı dolandırmadan net ve tek bir gerçek üzerinde kesin karar verilmek zorunda bu olmalı mı olmamalı mı, evet olsun diyebilmek bizi korkutuyor çünkü istismar edilebilirliği var, hayır olamasın demekse insanın özgür anlayışına ters, bu arada kalmışlık hayatla ölüm arasında tırmanan insana çok yardım edemiyor...
Çeşitli ülkelerden yüz kişi arasında bir istatistik yapıldı, soru hayatı ölümsüz yaşamak ister miydiniz?
Bu insanların hepsi başka bir millet başka karakter olmasına rağmen yüz kişiden bir kişi bile evet isterdim demedi…
Çok enteresan, hepsi sağlıklı sağlık anlamında sıkıntıları olmamalarına rağmen hiç kimse sonu olmayan bir hayat istemiyor.
Ölmekten korkuyoruz da bu hayatı da sonsuz olarak yaşamak istemiyoruz.
En güzel yaşama şekli sağlıklı bir ömür hepimizin dileği, onun bittiği yerde belki de çok lezzetini bulamıyoruz.
Hele dayanılmaz acılar yaşarsak neredesin ölüm diye yükseliyor sesimiz.
Sadece bu noktada sadece umutsuz vakalarda ötanazi hakkı olmalı, küçücük bir ışık bile olsa kurtulma ümidi olan hayatlar için söz konusu bile olmasın.
Çünkü hayat önce yaşanılması gereken, çünkü hayat yaşanacak kadar güzel, asıl olan yaşamak, hep diyorum yine diyorum, hayat bize sunulan en güzel armağan, mücadele sonuna değin verilmeli.
Kör noktaya kadar...



Hiç yorum yok: