12 Haziran 2008 Perşembe

NEREYE GİDİYORUZ?


Hep birlikte ilerlediğimiz bir yol var, içine sadece gülmeceler alaylar yada hayatı dalgaya almak anlayışını koyduğumuz ve iyice benimsediğimiz bir yolu yürüyoruz.
Üstelik bu nasıl bir rüzgârsa fırtına gibi eserken ve de devirirken, yaşayanlar meltem içinde sefa sürüyor gibiler...
İçinde yaşadığımız ülkemizin bir çok sorunu var, bizi direk etkiliyor, sadece devletin meselesi olmayan milletin de aynı ölçüde sorumluluğunu paylaşacağı bu meseleler de nedense her birimiz ayrı bir duyarsızlık gösteriyor sanki gül bahçesinde yaşıyor kadar tüm dertlerimizi unutmuş bize hiçbir fayda sağlamayacak en basit örneğiyle biri bizi gözetliyoru seyrediyoruz...
Zamanı ziyan etmek bu kadar kolay bu kadar ucuz mu, bu kadar da çok zamanımız olduğunu düşünmek beni her dakika biraz daha şaşkın etti.
Televizyon da hangi kanal magazin ağırlıklıysa o kanal reyting rekoru kırıyor, oturumlar yada belgeseller çok da nasipli değiller, ya artık bu anlamda bir şey öğrenmeye ihtiyacımız kalmadı her şeyi öğrendik, ya da Tarkan öğlen yemeğini kiminle yiyiyor Zerrin kaçıncı aşkını yaşıyor çok daha önemli.
Neyin ucuzunu yaşıyoruz hayatın mı?
Bu bir eğlence mi, Ajda Pekkan bu kez neresinden estetik ameliyatı olduğunu yazan gazeteler tiraj patlaması yaşıyor.
Neresine dokunsak bir yerinden kanayan bu kadar meselenin içinde bunlarla uğraşmak bizi ne kadar eğlendiriyor ya da rahatlıyor muyuz?
E biz ne yapalım etimiz ne budumuz ne nereye yetişelim dersek hiçbir yere yetişemeyiz, denemeden de bilemeyiz zaten, bir uzanalım bakalım bu kol nereye kadar uzanacak...
Nasıl bakarsak öyle görürüz, nereye bakarsak onu görürüz baktığımız şeyler farklandı, pembe dizilerle yatar kalkar olduk, tabii ki hepsi bizim dünyamızın için de olacak ama kendimizi içinde kaybedeceğimiz kadar hayatımız olmamalı.
Fakirlik edebiyatı yapmayacağım, aç insanları konuşmayacağım, enflasyondan mutfakta ki ateşten işsizlikten bahsetmeyeceğim, kültürümüzdeki yozlaşmayı dejenere olan değerlerimizden söylemeyeceğim, bunlardan bahis gereği yok hepimiz biliyoruz.
Sadece bizi ilgilendirmiyor, ne yapalım şimdi, yaşı on ila on beş arasında ki çocuklar sabahın kör saatinde ellerindeki bali tüplerini koklayarak yarı sarhoş dolaşıyorlarsa aldığı maaşla evinin kirasını karşılamayan insan, nefesi kesik yaşıyorsa, artık saymıyorsak tanımıyorsak diye dertli mi olalım?
Açarız biri bizi gözetliyoru ya da bir magazin programını problemler biter, rahatça da uyuruz...
Ben bunca problemin içinde benim derdim yok elden bana ne diyemiyorum, hepimiz aynı havayı soluyoruz yanı başımızda ki nefes alamazken biz ne kadar rahat olabiliriz?
Yazımın başında konumuzun nereye gidiyoruz olduğunu ama neden gidiyoruz demenin daha doğru olacağını ifade etmiştim.
Çünkü nereye gittiğimiz belli, neden gidiyoruz diye bakalım neden duymak istemiyoruz, neden görmek istemiyoruz bizim derdimiz değil mi, peki derdimiz ne?
Çözüm üretemeyiz diye mi ilgilenmiyoruz, evet üretemeyiz çünkü olanlar bizi bizzat vurmuyorsa bizim meselemiz olmuyor, hepimizin yapabileceği katkılar var ama ilgimiz bu doğrultuda olursa.
Şiddetle terörle hiçbir yere gidilmedi gidilmezde yapacağımız şeyler hayatı doğru takiple olur, vurgunculara istismarcılara gözümüzü kapamadan bakmakla olur, bunun için ne kaba kuvvete ne de kargaşaya ihtiyaç var ilgili mercilere iletmek bizim yetişemeyeceğimiz yerlere ulaşılmasını sağlar.
İçen insanlar dertlerini unuturmuş, sarhoş olmak bir şekilde görmek istemediklerini görmemektir, bir yol açtık ki hepimiz içmeden sarhoş bir halde yürüyoruz...
Bu kolay, çünkü kaygısız yaşamak hayatı eğlence tarafından tutmak ama...
Burada benden sonrası tufan düşüncesinde olamayız, çünkü bizden sonra değil bu tufan, ne öncesin de ne de sonrasındayız, ta içindeyiz.
Olanlara kulak vermeden devam edersek bu bomba elimizde patlayacak.
Televizyon kanallarında zaman zaman yapılan röportajlarda izliyoruz, halk tutulan mikrofona konuşuyor, konu ne olursa olsun cevap veriyor, çevre diyor spiker, oo temiz tutmalıyız, savaş diyor, şiddetle kınıyorum olmasın tabii, hastaneler diyor, mağduruz hizmet kalitesiz ya da saatlerce beklediği kuyruklardan bahsediyor.
Yani her konuda şikâyetçi, iyi de birey olarak ne yapıyoruz?
Bizim neye katkımız var?
Her yıl yanan ormanlara düşüncesizce atılan tek bir sigara sebepken, kaçımız ağaç dikeriz, kaçımız evimiz de damlayan çeşmeleri onarır suyun israfını engelleyerek hem cebimize hem devlete fayda sağlarız, içtiğimiz suyun şişesini colanın kutusunu caddenin ta ortasına atan birini kaç kişi ne yapıyorsun arkadaş diye uyarır, sorar?
İngiltere Hayd park da oturan iki genç ceplerinden çıkardıkları sakızları açıp jelatin kağıtları nokta çöp haline getirip yere atıyorlar.
Karşılarında oturan yaşı doksana yakın bir hanım yerinden kalkıp elindeki bastona dayanarak yanlarına geliyor.
Ve attıklarınızı yerden alıp çöp kutusuna atın diyor, gençlerden biri sana ne sen parkın bekçisi misin?
Yaşlı kadın elinde ki bastonuyla gencin göğsüne bir darbe indirip, o oturduğun bankın vergisini ben ödüyorum, bu gördüğün güzelliklerin tümünde hakkım var, parkın bekçisi değil, ben Britanya imparatorluğunun bekçisiyim, kaldır o çöpü yerden...
Şimdi bu kadın örnek bir vatandaş falan değil aslında vatandaşlığın gereğini yapıyor, ama o kadar azaldı ki böyle insanlar ne yazık ki imrenerek bakıyoruz.
Rahmetli Turgut Özal’ın icraatın içinden diye bir tv programı vardı, çalıştığı süreyi nasıl değerlendirdiğini halka bizzat kendi diliyle anlatır duyururdu.
Bu program her yayınlandığın da içimden bir şey dilerdim, keşke derdim keşke böyle bir program halk içinde olabilse halk da çıkıp diyebilse ben de bu ülke için bunları yapıyorum ya da yaptım, fakat bu gün üzülerek görüyorum ki anlatabileceğimiz pek bir şeyimiz yok böyle bir programımız olsa bile neden bahsedeceğiz?
Belediye otobüslerimizde oyulan koltukları, telefon kulübelerinde dağılan ankesörleri, duraklardaki hiç değilse yaşlıların beklerken dinlenebileceği metal koltukları bile tahrip edenler gece yarısı mı çalışıyor?
Gözümüzün içine baka baka yapılan zararları kaçımız engelliyoruz, hatta müdahale edenin bile yanında durmadığımız bir hali yaşıyoruz, neden, bizim işimiz değil mi?
Üç kişi yapar on kişi yıkarsa, biz de seyredersek katılmaktan ne farkı var, bu şekilde hiçbir şeyin sahibi olamayacağımız gibi vatandaşlık görevimizi de ihmal etmiş olmuyor muyuz?
“İnsanlar her zaman kahraman olamazlar ama her zaman insan olabilirler"
"BENJAMIN FRANKLIN"
Keşke bunu biz söylesek...
Bize göre yanlış olanı gördüğümüzde yapacağımız müdahale kahramanlık olmasa da insanca bir davranış olur, çünkü korumak zorundayız, çünkü biz de yok edilenin kuruşuna kadar vergisini ödüyoruz ve çünkü biz de Türkiye’nin bekçisiyiz...
Yok olan milli servettir, boşa akan su gereksiz yanan bir ampul, ev, iş ya da cep telefonlarımızla yaptığımız uzun muhabbetler sadece bizim ödediğimiz faturalar değil, ülkenin üzerine bir daha eklediğimiz kamburlar olur.
Hep bir şeylerden şikayet ediyoruz, bu memleket düzelmez diye dertleniyoruz, güzel bir evin içinde yaşamak içindekilerin yaşama tarzıyla olur, eğer güzeli kullanamıyorsak biraz sonra çirkinleştiririz.
Konuştuğumuz kadar çalışmamız lazım, kimin kaç para kazanacağı bir yarışmayı takip ettiğimiz kadar takipçi olsak bile yeter...
Her birimiz Avrupa’dan söz açıldığında büyük bir iştahla konuşuyoruz, adamlar yol yapmış trafik diye bir şey yaşamıyorsun kaidelere uyuyorlar arkadaş, ya da sokaklarına bakınca gönlün açılıyor sanki evin içi gibi tertemiz...
Böyle diyoruz, o kaidelere uyanları takdir eden bizler neden uymayız o sokaklara imrenerek bakan bizler neden kendi sokağımızı çöp kutusu zannederiz?
Komşumuzun bahçesiyle övündüğümüz kadar kendi bahçemizi güzelleştirme çabasında olsak eminim ki bu gün biz de imrenilen olacaktık...
Futbol izlerken yenilen taraftar tribünleri duman ediyor, açık hava konserlerinde sevdiğimiz bir sanatçıyı izleyebilmek başlı başına bir risk, ya sevgi gösterisi adı altında ya protesto amaçlı koltuklar havalarda uçuyor, neyi yıkıyoruz ve de ne için?
Milyarlarca lira sarf edilerek yapılan bu hizmetleri her seferinde yok ederek neyi sergiliyoruz, eylemin de bir anlamı olmalı anasına kızıp kız dövülmez ki...
Dağılan izleyiciler hiddetliyse şahısların arabalarını tahrip ediyor, olayla uzaktan yakından ilişiği olmayan sade vatandaş sabah kalktığında otomobilinin parçalandığını görüyor, niye, Galatasaray, Beşiktaş, yada Fenerbahçe yenilmiş diye, şimdi probleme bakın ve de ne kadar güzel halledilmiş...
Hem maddi hem manevi yıkım yaratan bu zihniyetten sorumluyuz, eğlenirken havada uçan kurşunlar hayat bitiriyor., defalarca yaşanan bu olaylar bizi durdurmuyor, neyi anlamıyoruz ben de bunu anlamıyorum.
Eğer gece bir yerden dönüyorsak hayati tehlike söz konusu demektir, ya sarhoş bir sürücünün ya bir kaptıkaçtıcının kurbanı olmak her an mümkün, sadece kendi hayatını riske etmeyen sarhoş iki kere suçlu, hem bizi tehdit eden hem de ölüme yürüyen biri olarak...
Ama ayılınca sorun alkollü araç kullananlar hakkın da ne düşünüyorsunuz diye şiddetle kınar kendi zemzemle yıkanmış sanırsınız, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu anlayan söylesin.
Ben yapınca doğru sen yapınca yanlış olmaz, adamı trafikten men ediyor yasalar, fark etmiyor ki ehliyetsiz araç kullanıyor, vurduğun yerden de ses gelecek buna ne yapacaksın?
Bir de kimliğim imtiyaz sağlar inancıyla ben kimim biliyor musun politikası, kimsin sen?
Görüntünle yasaları hiçe sayan saygısız, insan hayatını tehdit eden sorumsuz, polisi bencilce meşgul eden mesuliyetsizin birisin, sana bakınca sadece bunu görebiliyorum, kimsin başka?
Gerçekten zor şartlar altında görevlerini yerine getirmeye çalışan polisimize yardımcı olmak yerine problemleri arttırmak düğümleri çoğaltıyor.
Toplum bilincini bireyler oluşturur, neresi aksıyorsa içinde biz varız yani birinci suçlu biz oluruz.
Asla tembel bir millet değiliz, söylemler de müthiş başarılıyız, yeşili koruyalım, hayvanları sevelim, saygılı olalım israf etmeyelim daha aklınıza gelen güzel olan ne varsa hepsini nutuk gibi okuyoruz, iyide bu yeşili yakan kimler savurup saçan kimler, kasıp kavuran kimler?
Bunları konuşmak istemiyorum tam aksine güzelliklerden başardıklarımızdan konuşmak istiyorum, tabii onlar da var ama çoğaltmadığımız sürece bitecekler söylediğim sadece bu...
Bizim güzel adetlerimizden biri de daha çok kırsal kesimde uygulanan imecedir, köylünün yardıma ihtiyaç duyması halinde birleşilir ve başı sıkışan kişinin işi hal yoluna koyulur.
Çünkü köylü düşünür, diyelim ki tarlada kalan ekin zarar görecek, bu devlete zarar olacak der, emeğe zarar olacak der, belki okuması yazması olmayan bu insanımız yarayı sarar kanatmaz, yapmaya çalışır yıkmaz, yani aydın düşünür, süslü laf bilmez ama lafın hasını eder işin hasını yapar.
Koskoca şehirlerde yaşayan teknolojiden nasiplenen gerçek anlamda şanslı olan bir çok insanın vermediği emek kadar emek verir.
Ama eleştirmeye başlayacaksak ilk önce eğitimden başlarız, bu kadar yıkan insanın hepsi mi eğitimsiz hem bu eğitim nasıl sağlanır bu nasıl öğretilir, en cahil insan bile bilir ki yok etmek zarardır en cahil insan bile bilir ki yardım güzeldir bu insana öğretilmez eğer değerlerini yitirmemişse zaten beyninde ki kasetlerde kayıtlıdır, ama kendini yitirmişse yapacak fazla bir şey kaldığını sanmıyorum..
Aslında insanı mutlu kılan erdemlerden biri de varlığını gösterebilmektir, sadece bir fidan dikmek bir orman yaratmayacak ama bizim bir fidanımız olacak ve hepimiz birer fidan dikerek bir orman yapabiliriz...
Allah kulu kula sebep kılmış, birimizin yetişemediğini diğerimiz üstlenmeliyiz ki dayanışma görünsün, birimizin meselesi hepimizin olmalı ki çare bulunsun, o zaman yanlışlar azalır çünkü doğru güçlenir.
O zaman art niyetler cesaretlerini kaybeder bilirler ki en küçüğünden en büyüğüne kadar hesap verecek, kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak.
Bu memlekette olan her şey bizim meselemiz ve bu sorunların hepsini görüyor yaşıyoruz, dile de getiriyoruz, gelin birlik olalım nasıl ki şikâyetlerimiz aynı, o halde düzeltme yolumuz da aynı olacak, kim rüşvet istiyorsa şikâyet edelim, kim çalıyorsa söyleyelim, kim işini suiistimal ediyorsa uyaralım, gemisini kurtaran kaptan zihniyetini bu şekilde çökertebiliriz, sadece takip ederek ve duyarlı olarak.
Biz özgür bir ülkede yaşıyoruz şu an izlediğimiz yol kendi kendimizi bağlamak, ama anlayışımızı değiştirmezsek kendi adlarına yarar sağlayan ve ülke adına zarar verenlere, yakan yıkan yok edenlere bayrak teslim etmiş oluruz, bu olmasın.
Eğer durdurmayı başarırsak, benim kim olduğumu biliyor musun diyen kendini bilmeze sen benim kim olduğumu biliyor musun diyeceğiz ki, o bir daha bu cümleyi kullanma gafletinde bulanamayacak.
Çünkü tek tek bir bir, biz de Türkiye Cumhuriyetinin bekçisi olacağız...

Hiç yorum yok: