10 Haziran 2008 Salı

UYUŞTURUCULAR VE GENÇLERİMİZ



Eskiden gençlerimiz sigaraya içkiye meyletmesin kötü alışkanlıkları olmasın diye üzüntü duyan aileler, bu gün üzerlerine kâbus gibi çöken uyuşturucu illetinden korkar oldular.
Bir kere el sürülen bu zehir amansız hastalık gibi pençeleri arasında un ufak edene kadar gençlere sarılıp kalıyor.
İçine girenin çıkamadığı girmeyenin özendiği bu bela hızla dünyada yayılan ve tüm gençleri tehdit eden gerçek bir illet.
Bu hepimizin içini acıtan, ömrün bir şekilde telef edilmesi karşısında çaresiz miyiz?
Korkarak sindiremeyeceğimiz kesinlikle toplumca bilinçli hareket edeceğimiz bu durum karşısında biraz yavaş biraz aldırmaz davranıyor gibiyiz.
Yeterince ifade mi edilemiyor, hala ne kadar zararlı olduğunu bir türlü tarif mi edemedik?
Ya da bir yandan dur bir yandan yürü der bir halimiz mi var, bir yerlerde yanlış var.
Televizyonlarda gazetelerde sürekli yazılıp çizilen anlatılan bu illete hala talep olması hala insanın bunu bir de ben deneyeyim diyebilmesi inanılmaz…
Acaba manevi boşluklar mı gençleri bu çukura alıyor, acaba yeterince ilgilenemiyor muyuz?
Düşünürken bile içimi acıtan ve beni tarifsiz üzen bir konu bu, bazen bizim yaptığımız hataların ceremesini başkaları, bazen de biz başkalarının yaptığı hataların bedelini öderiz, her iki halde de taraflar zarar görür, hatayı yapan da ödeyende.
Şimdi yaşanan bu elim vaka da hangi genç bunun zararını bilmiyordum diyebilir, ya da hangimiz bunu göremedik bilemedik diye biliriz?
Hiç birimiz bu mümkün değil, eğer bile bile de yapılıyorsa bence boşluk içinde yaşayan hayatına anlam kazandıramamış insanın işi bu...
İşte söylemeye çalıştığım bu boşluklara mahal vermemek yetişebildiğimiz yere kadar uzanmak kimin yanlışı olduğundan çok, düzeltebilmek şeklinde hareket edersek daha sağlıklı daha doğru olabilir diye düşünüyorum.
Sadece özenti demek olayı basite indirmek istemiyorum mutlaka sebepleri gence özeldir, ancak seçilen bu yol öncesinden bildiği yaşayanların ne durumda olduğunu gördüğü bir yol, umutların karardığı insanın tükendiği yerde ışık aranır mı?
Ya da kandırılıyorlar mı diyelim, artık çocuğu bile şekerle kandıramıyoruz, iradesi dışında buna bulaşmak ne kadar gerçeğe uyuyor?
Hepimiz biliriz arkadaş önemlidir, ancak bu gün bu illete sarılan gencimiz düşünemeyen göremeyen bilemeyen değil, beni zorlayan nokta burası, eskiden olsa nereden bilsin arkadaşına uymuş zararını bilse yapar mı derdik ama şimdi bunu diye bilir miyiz?
Hiçbir şeyin üzerini örtmeden bütün çıplaklığıyla ortaya koyarsak karanlıkları aydınlata biliriz, o zaman çözmek daha kolay daha gerçekçi olacaktır.
Kurtulma ümidinin bittiği ve kendi kendiyle kaldığı noktada altın vuruş diye isimlendirilen yüksek dozdaki uyuşturucuyla hayatlarına son veren bu arkadaşlarımız hangi sebeple buralara geldiler?
Bunu hoş bir serüven olarak kabul etmek gözlerini kapamak değil midir?
Sadece bir kez dener geri dönerim anlayışına sığmayacak kadar tehlikeli bir deney olduğunu, çevresinde yaşayan insanların en basit sigara alışkanlıklarından bile vazgeçerken ne denli zorlandığını bilen bu insanlar böyle bir illeti denemek amaçlı kullanmayacak kadar aydın ve gözleri gören olarak görüyorum.
Peki, neler oluyor, bu işin kökünde ne var?
En kötü olan karşında ki düşmanın ne zaman saldıracağını kestiremediğin noktada kalmak, hiç ummadığın yerde hortlayan fark edebildiğimiz de zaten bizi yenmiş olan bu illete nasıl karşı koyabiliriz nasıl durdura biliriz çok iyi tayin etmek lazım.
Her zaman birilerini suçlamak biraz tarzımızdır bunu hep yaparız, ama amacımız suçlamak ya da birilerine fatura çıkarmak değil, sadece bizim meselemiz olmayan dünyayı da içine alan dev bela bu.
Allaha şükürler olsun ki henüz Avrupa’nın yaşadığı tehlikeli boyutlara gelmedik ama bu gelmeyeceğiz de demek değil.
Atın ayağındaki naldan çeşitli nedenlerle bir mıh düşebilir onu yerine çaktırmazsak diğerleri de düşer ve at nalsız kalır, ayağı incinir, sakat olur nalı yerine koydurmakta gecikirsek at ayağını bile kaybedebilir.
Bu yüzden yaraların hemen tedavi edilmek gereği var, hemen var, ihmal sadece sorunun büyümesine yardımcı olur.
Bazen aman ha sakın yapma diyerek önüne geçemediğimiz ve bazen de yapıldıktan sonra geri dönüşü çok zor hatta mümkün olmayan olayların içinde kalırız.
Doğru olan hiç buraya gelmeden müdahale edebilmek, ama önce bu yaranın nasıl oluştuğunu bulmak lazım.
En küçük detayların bile üzerinde titizlikle durma gereği olduğunu düşünüyorum, maksadımız el vermekse bunu sevgiyle yapalım, çünkü benim görüşüm burada en büyük yara sevgide ki eksiklik.
Bir çoğunuz biliyorsunuzdur, İstanbul E-5 karayolu travestilerin ge lerin baliğcilerin mekanı oldu.
Es kaza oradan geçmek zorunda kalırsanız sözlerle ifade edilemeyecek bir tablo görürsünüz, aldıkları uyuşturuculara teslim olmuş bedenler yerlerde sürünüyor, ne tercih ettikleri cinsiyeti yaşayabilen ne de aslına dönebilen gerçekten çaresiz bu insanlar hangi iradeyle bu yolu seçti?
Burada kişilerin tercihini yargılamıyorum, erkek kadın hissediyorsa yada kadın erkek hissediyorsa bu onun tercihidir sorguladığım bu değil, ancak seçilen bu yolla beraber uyuşturucu illeti neden birlikte geliyor?
Hepsinin kendince bir dramı bir hikâyesi var, yaşamaya çalıştıkları hayat kurtuluş sandıkları karanlık, bunu yaşamadan da milyon kere müşahede eden, bilen insan kendisi deneyince değişir düşüncesin de olabilir mi?
Kaldı ki bu sorun sadece onların da değil, cinsiyet anlamında hiçbir problemi olmayan sağlıklı bir kız ya da erkek de bu çukurun içine giriyor, girebiliyor...
Zilletin kimseye umut olmadığı gerçeği en aptal insan tarafından bile bilinir, burada pardon hata yaptım diyebilme özgürlüğü yok, hayatın altına atılan imza bu, her yeri özenti olsa sonu hezimet, bunun neresi zevk neresi kurtuluş neresi pembe?
Seslerin duyulmadığı gözlerin görmediği hatta tüm duyuların köreldiği uçmak tabir edilen belki bir zaman dilimini yaşamak belki içinde bulunduğu durumdan uzak kaldığını sanmak, sonrasında hiç içinden çıkamayacağı kocaman bir çukuru kazmak...
Başladıkları noktadan geldikleri yer arasında kocaman bir uçurumum var olduğunu gördükleri vakit iş işten geçmiş oluyor, köprü altlarında sokak köşelerinde çöplüklerde yaşayan ama pişmanlığın para etmediği tam anlamıyla bir esaret ve pırıl pırıl bir hayatın yok oluşu...
Kurulan tedavi merkezleri (AMATEM gibi) büyük çabalar veriyor, tedavi olmak isteyen her gence el uzatıyor, mücadelenin birlikte yapıldığı süreç uzun ve zahmetli bir yol ama kurtulmak için değmez mi?
Bataklık kurutulmaya çalışılıyor, bir yandan da o bataklığın içinde rant savaşı veren iğrenç timsahlar bu zehir piyasasını diri tutmaya çalışıyorlar, bunlarla da emniyet güçlerimiz ayrıca uğraşıyor.
Satanı zengin alanı perişan eden bir süre sonra yeterli parayı temin edemeyen alıcının kimi travesti kimi ge kimide belli evlerde kendini pazarlıyor.
Bu tükeniş belki bir süre yaşanıyor ama sonu birlikte izliyor takip ediyoruz, hep dramla bitiyor...
Gözü yaşlı aileler fırtınanın içindeki gençler ve ülke bazında yaşanan sıkıntı üzüntü.
Toplumun ferde ferdin de topluma etkisi her zaman görülür, bir yerlerde yanlış var derken işaret etmek istediğim şeydi bu, bazı şeyleri fazla süsleyerek sunuşumuz gerçeği saptırarak sergilememiz fertleri etkiliyor, bu özendirme politikası tam olarak kendini bulamayan ya da boşlukta olan gençler için tehlike yaratıyor.
Kendi kültürümüze edebimize tamamen aykırı eğlence şekillerini dakikalarca televizyonlarda izliyoruz barlarda gecenin ilerleyen saatlerinde neredeyse yarı çıplak yapılan danslar, köpük banyosu denilen vıcık vıcık bir eğlence, kremaların bedenlere sürülüp şimdi buradan telaffuz edemeyeceğim şekilde tüketilmesi, elden ele dolaşan sigaralar ya da sözde sigaralar, sanatçının ayaklarına kadar dökülen şampanyalar ve savrulan biçilen bir gençlik.
Sanki emsalsiz bir eğlence şekliymiş tarifsiz zevklermiş gibi lanse edilen bu utanç manzarası bir sürü gencin merakını celp ediyor ve körükleyici oluyor.
Bu yapılan günah desen gericisin…
Niye gericiyim, insanlar ekmeğin kırıntısına muhtaçken pastaların yerlerde sürünmesine izin vermediğim için mi, niye gericiyim, şişesi dolarla ölçülen o şampanyalarla ayaklar yıkanıyor paramız nerelere gidiyor diyorum diye mi, niye gericiyim, eğlence adı altında sergilenen normal bir ailenin çocuklarıyla seyredemeyeceği ölçüsüzlüklere karşı koyduğum için mi?
Hiç değilse bu şekilde görüntüleri ekrana taşımayın desen memlekette özgürlük var sen de kimsin, yok edilen sermaye değil çocuklarımız desen ters geliyorsa uzak dur.
Cevap mı yok, uzak durmak beni koruyacak ya seni, seni kim koruyacak arkadaşım?
Bu işin seni beni olmadan bir düşünüp ateşten zehiri her şekliyle çevremizden uzak tutmalıyız.
Nedir bu, neye teşvik, bu alemlerde kendinden geçen gençlik gecenin sonunda nerede uyandığının bile farkına varamayacak kadar beyni bulanmış neler yaptığını değerlendiremiyor.
Şimdi ailesi tarafından sınırsız özgürlükleri olan daha hayatın çok kısa bir bölümünü yaşamış ama alabileceği lezzetleri paranın gücüyle neredeyse tüketmiş ya da öyle sanan bu insanlar artık başka yollar arıyor.
Ne bulursa esrar eroin kokain ve gecelik mutluluklarla avunuyorlar, yolun sonu belliyken deniyor, bildiği halde giriyor.
Çıkarılan davetiye egzotik, erotik, taşkın, çarpık ve sırf yaldızlılarla kaplı bir eğlence kutusu, çemberden merkeze doğru ilerlersek aileden başlayarak toplumda buluşuruz.
Her zaman eğitim eğitim diye söylemlerle gündeme getirdiğimiz cehaletin hangi sınıfı bu?
Birçoğu üniversitelerde okuyan bu gençler yanlışa gönüllü mü yoksa yolu gösterenler mi yanlışta?
Osmanlı devletinde bir bekri Mustafa varmış, ara sıra içer hayatı gönlüne göre yaşarmış, çocukken kuranı ezberlediğinden onu bir camii ye imam yapmışlar.
Bir gün bir cenaze getirmişler duasını okuduktan sonra mevtanın kulağına eğilip yavaş sesle bir şeyler söylemiş ahali merak etmiş hocam ölüyle ne diye gizliden konuştun ne söyledin de hele.
Bekri Mustafa gülmüş ulu orta söylenecek şey değildi ama madem merak ettiniz diyeyim, ey mevta dedim ahrete gidiyorsun dünyayı merak edenler olursa söyle bekri Mustafa imam oldu namaz kıldırır de gerisini onlar anlar...
İşte bekri Mustafa’nın imamlığında kılınan namaz gibi, rehberlerinin bilinçsiz ışıkları altında yürümeye çalışan her adımda biraz daha batan gençlerimize dur diyecek gerçekten bilinçli toplum gerekiyor.
Ya sonsuz özgürlüklerle paraya boğulmuş çocuklar ya inanılmaz baskılar içinde zincirlerden kurtulmaya çalışan gençler...
İnanamıyorum, her iki halinde aşırılık olduğunu göremeyen yetişkinlere inanamıyorum...
Tek suçlu aileler demiyorum, ama meyve çekirdekten oluşur sevgi fakiri insanı doyuramazsınız, ona ne verirseniz verin mutlu edemezsiniz, aile olmak burada önemli kopanı onarmak anneyle babaya düşen en büyük görev, kopmasına fırsat vermeden yapmak güzel.
Çocuklarımızı yakından izlemek zorundayız, yaşları gereği geçirdikleri fırtınalarda onları yalnız bırakmadan bir elimizin daima üzerelerinde olmasını sağlamalıyız, bunu yaparken bunaltmadan sıkmadan ya da hiç yapmıyormuş gibi ilgisiz kimsesiz hissini yaşatmadan daima yanlarında olmak zorundayız.
Eğer paylaşmaksak başkalarıyla paylaşacaktır, paylaşılan sunulan olacak o da itiraz etmeyecek, çünkü bu konuda aç.
Zurnada peşrev olmaz ne çıkarsa bahtıma dediği yolda hem siz hem kendi üzülecek, belki de bir daha iyeleşemeyecek yaralar oluşturacaktır.
İnternet kullanan arkadaşlarımız bilirler itiraf com diye bir site var, bir gencin anlatamıyorum diye yazdığı yazıyı okurken yüreğimin acımaması mümkün değildi.
Her şeyim var diye başlayan yazı çok yoksulum diye bitiyordu, babasının sabah işe giderken ayak üstü dersler ne alemde sorusuna verdiğim cevabın bile farkında olmadığına eminim derken annesinin yüzünü bazen haftalarca görmediğini arabası parası her şeyi olduğunu ama sevgisini verebilecek sevgisini hissedebilecek hiç kimsesi olmadığını yazan bu 19 yaşında ki genç arkadaşımız, yoksulum hiçbir şeyim yok diye bitirmiş.
Özet olarak naklettiğim bu itiraf, gerçekten yürek acısı.
İnsan mutlak sarılma ihtiyacındadır, eğer içeride bulamıyorsa dışarıda arayacak olan mıdır suçlu yoksa o noktaya gelmesine sebep olan hatta geldiği yerden haberi bile olmayan yetişkinler midir?
O zaman biri çıkar arkadaş artık dövünme verdiğin kadar aldın der...
Şimdi Nasrettin hocanın dediği gibi hiç hırsızın suçu yok mu hep mi ev sahibi suçlu diyebiliriz ama en baştan söyledik suçlu aramak değil nereler de yanlışlar var onu tespit etmek ve onu düzeltmek amacımız.
Nereye gidiyoruz ne yapıyoruzu bırakıp artık ne yapmalıyız demek zamanı, kaybettiğimiz paramız malımız ya da değerli bir eşyamız mı?
Bir daha yerine koyamayacağımız bir candan konuşuyoruz, eğer bir şeyler çığırından çıkıyorsa bunu hep birlikte yapıyoruz, o halde hep birlikte durduralım...
Yanlışlar yaşanıyorsa içinde biz de varız, bataklık ille de bizim bahçemizde olursa bizi rahatsız etmez, komşumuzun bahçesinde de olsa aynı rahatsızlığı duyarız, kokusu, sineği oradaki varlığı huzursuz eder bizi, etmeli de...
Bura nere?
Biz İslam anlayışını benimsemiş koskoca bir milletiz, bu kadar sapıklığı bir arada yaşamak gözlerimizin önünde çöken yiten gençlere sadece seyirci kalmak çağdaş düşünmek modern olmaksa kalsın, o zaman biz gelişmeyelim, eğer bu kadar dejenere olacaksak bu kadar yara alacaksak gerçekten değmez.
Zehirlenen bu gençlere eğer sahip çıkılmazsa her gün büyüyen bataklıkta yok olacaklar, genci tükenmiş bir millet bitendir...
Sadece ahlarla vahlarla geçirilecek zamanımız yok, kınamak reddetmek her gün kayıpları arttıracak, gerek sivil toplum örgütleri gerek devletimiz gerek aileler acil harekete geçmek zorunda, bazı şeylerin özrü kabul olmaz...
İçkinin su gibi tüketildiği uyuşturucuya teslim olmuş hangi cinsiyetten olduğunu ayıramadığımız bir ülkenin milleti olmayalım, şu kurbağanın gözü patlamadan gölü suya kavuşturalım, hep beraber el ele.
Hep söylüyorum kolay millet olunmuyor, buralara çok kolay gelmedik, çok kolay harcamayalım, yıkıldığımız yerde parçalanırız, bırakın modern olmayı esamimiz okunmaz.
Kendi içimizde yaşayacağımız esaretler yaratmayalım, tükenmeyelim, tüketmeyelim, kimin eli kimin cebinde tavrıyla yaşamak bize güzellikler sağlamayacak, belki de bir daha geri alamayacağımız değerlerimizi kaybedeceğiz...

Hiç yorum yok: